10 Mayıs 2009 Pazar

Hafta sonu Golf zevki

Aralıksız çalışıyor ve çalışmaktan yorgun mu düştünüz? Peki golf oynamayı sever misiniz? O zaman golfu ertelemeyin. Gelin bu hafta sonunu golf oynamak için planlayın ve haftasında golfun zevkine varın. Dünyanın daha mekanik olduğunu bugün her birimiz daha çok çalışmak zorundayız en iyisi için. Mükemmel zarif huzur dolu bir ortamda golf oynamak gibisi var mıdır veya ben bilmiyorum 

İnternet’te pek çok site mevcut hafta sonu golf oynamak için size gezi paketleri sunuyorlar. Bu paketler kaliteli golf merkezlerine götürmeyi kapsıyor ve genellikle 2 gün sürüyor. Tek ihtiyacınız olan bu paket için önceden rezervasyon yaptırmak. Bulunduğunuz yerleşim yerine en yakın golf merkezlerini seçerek ulaşım ve zaman sorununu da ortadan kaldırmak gayet mümkün oluyor tabii. Bir şehir ve ülkelerde golf sahaları mevcuttur.

Ayrıca kendi golf ekibinizi kurabilirsiniz hem birlikte seyahat edersiniz hem de takım oyunu ile daha fazla eğlenebilirsiniz. . Bu 2 gün zamanı düşünmeden, ofisteki stres olmadan gayet iyi vakit geçireceksiniz emin olun.

Bu paketlerde en iyi konaklama imkânı ve en iyi golf sahaları, en iyi hizmetle karşılaşacaksınız. Siz de herkes gibi golf kit’inizi sırtınıza alıp eğlenceyi en ince ayrıntınsa kadar yaşayacaksınız. Bu harika golf heyecanından sonra size yakın bir yerdeki gece kulüplerinde gece hayatına d atakılabilirsiniz.

8 Mayıs 2009 Cuma

Ankara gezisi

Anadolu'nun kavşak noktası, Başkent Ankara;
Eski Taş Devri, Bakır Çağı, Bronz Çağı, Hititler, Frigler, Persler, Glatlar, Bergama Krallığı, Tektosaglar, Pontus Krallığı, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Moğollar, Osmanlılara ev sahipliği yapmış, 13. Ekim. 1923 de Türkiye Cumhuriyetinin başkenti olmuş. Bu tarihi kenti gezmeye, kentin simgesi haline gelmiş Ankara kalesinden başlıyoruz.
Ankara'nın birçok yerinden görünen kalenin haliyle kentin tamamına yakın bölümünü gören bir de muhteşem manzarası bulunuyor. Ankara kalesine çıkanlar hem kenti tepeden seyir imkânı buluyorlar, hem de bu noktada değişik duygulara kapılıyorlar.
Kaleden Türkiye'nin başkenti Ankara'ya tepeden bakmanın anlatılmaz bir zevki, bambaşka bir tadı var. Başkentin çatısından değil de, sanki Türkiye'nin geneline bakış gibi bir şey! Hatta kendinizi bu noktada yönetici gibi hissedebiliyorsunuz. Bu duyguya kapılma nedeninde kalede olmanın verdiği güven duygusunun yanı sıra, panoramanın uzunluğunun yarattığı hâkimiyet ve yüksekliğin etkisi de büyük rol oynuyor.
Ankara kalesini çevreleyen surlar içinde ise daha farklı bir atmosfer yaşanıyor. Kıymeti sonradan anlaşılıp restorasyonlarla yeniden hayata döndürülen ve çeşitli işlerlikler kazandırılan eski evlerin kimisi butik otel restoran, kimisi hediyelik eşya dükkânı, kafe amaçlı kullanılıyor. Yenilenmiş farklı doku gezi severlere hem eskiyi yaşatıyor, hem de fotoğraf severlere kompozisyon olup seyir zevki veriyor. Kale gezisi sırasında yorgunluk molaları veriliyor, Ankara'ya karşı yemekler yenip, içecekler keyifle yudumlanıyor.

Ankara Kalesi
M.Ö.2.yy da Gladlılar'dan kalma olduğu sanılan kale, iç ve dış kale olmak üzere iki bölümden oluşuyor. İç kale surlarının M.S. 630 yılında imparator Heraklins tarafından yapıldığı, M.S 859 yılında Bizans imparatoru III. Mihail zamanında onarım gördüğü biliniyor. Bugünkü görünüşü ile Ankara Kalesi Selçuklular döneminden kaldığı belirtiliyor. Osmanlılar döneminde de çeşitli onarımlar gören kalenin iç kale kısmı dikdörtgen planlı olup Ankara taşı (Bazalt) ile yapılmış.
Ankara kalesinin surları üzerinde dolaşıp, kale içi evlerini daracık sokaklarını görüp, çevreyi seyretmekten başka Ankara'ya gelip de mutlaka görülmesi gereken bir müze var ki zenginliği ve güzelliği karşısında anlatımında ifade zorluğu çekiliyor.
Kalenin Hisar kapısından çıkıp, sağa dönerek Gözcü sokağından inilerek ulaşılan kubbeli yapı Osmanlı dönemi Bedesteni olup, 1464-1471 tarihleri arasında Fatih Sultan Mehmet'in veziri Mahmut Paşa tarafından yaptırılmış, 1960 lı yıllarda gerçekleştirilen düzenleme ve onarımla görkemli bir müze haline getirilmiş. Anadolu'nun bir özetini sergileyen, eserlerle dolu olan ANADOLU MEDENİYETLERİ MÜZESİ her gün ilgiyle geziliyor. Tel: 0(312) 324 31 60 - 312 62 48
Ziyaret saatleri: 08.30 - 17.30)
Yerli yabancı turistlerin gözbebeği müzenin Poleolitik, Neolitik, Kalkolitik, Eski Tunç, Asur Ticaret Kolonileri, Hitit, Frig, Urartu, Yunan, Roma, Geç Hitit gibi bölümlerinde binlerce yıl öncesine ışık tutan etkileyici eserler, Ankara ve çevresinde ki medeniyetlerin tarihini, gözler önüne seriyor.
Kale burçları üzerinde bulunan Ankara saat kulesi, kale çevresinde bulunan Pazaryerini yukarda bırakıp aşağıya iniyor ve Ankara'nın bir başka önemli ziyaret yeri olan Hacı Bayram Camiine geliyoruz.

Hacı Bayram Camii
Augustus ve Roma tapınağının yanı başında bulunan cami 1427/1428 yıllarında Hacı Bayram Veli'nin ölümünden iki yıl önce inşa edilmiş. Cami alanı içinde Hacı Bayram Veli türbesi de yer alıyor. Selçuk mimari stili ile inşa edilmiş olan cami, Mimar Sinan tarafından onarılmış. Kare planlı minaresi, taş kaideli olup, silindirik tuğla gövdeye sahip. 17.yy sonunda Nakkaş Mustafa tarafından iç süslemeleri yapılmış bu süslemelerde daha sonra Kütahya çinileri kullanılmış.

Augustus ve Roma Tapınağı
Eski çağlardan günümüze ulaşabilmiş en önemli tapınaklardan biri olan yapı, üzerinde bulunan Latince ve Yunanca yazılı belgelerle önemini daha da artırıyor. Kısa kenarında 8, uzun kenarında 15 sütün bulunan Korinth düzenli yapı, kazı çalışmaları ve onarım görmüş. Batıya bakan tapınağa Ulus Meydanı, Bayram sokağı takip edere de ulaşılabiliyor.

Ankara Tiyatrosu
Ankara kalesi eteklerinde bulunan bir başka ziyaret yerimiz ise kalenin kuzey batı yamacı üzerinde bulunan tiyatro kalıntıları olabilir. Ulus meydandan kaleye çıkan Hisar Parkı Caddesi üzerinde bulunan tiyatro kalıntısı M.S 1. yy ikinci yarısı ile M.S. 2. yy başlarına tarihlenmiş. Roma'ya özgü plan tipi görülen tiyatronun yarım daire şekilli orkestrası, oturma sıraları, orkestraya geçiş bölümleri görülebiliyor.

Julien Sütunu
Çankırı Caddesini dönüp Armutlu sokağından girilerek gelinen (Stat Oteli arkası) meydanda küçük bir kaide üzerine, dairesel biçimde tuğla örülerek yapılmış 15 metrelik bir sütun bulunuyor. Bizans dönemi olup 6 yy tarihlenen ve tepesinde ki Korinth başlığı ile sonlanan sütuna halk arasında Belkıs sütunu da deniliyor.

Roma Hamamı
Ulus Meydanında kuzeye doğru yöneldiğiniz zaman Yıldırım Beyazıt Meydanına uzanan Çankırı Caddesinin sol tarafında hamam kalıntılarına rastlanıyor. İyi korunmuş durumda ki Ankara Roma Hamamı iki bölümden oluşuyor. Kare planlı hamamda bulunan soğuk, ılık, sıcak bölümleri, yüzme havuzu, soyunma ve terleme yeri, ocaklar, servis kısımları, su depoları ile yapı anıtsal bir bütünlük haline getirilmiş. Günümüzde Roma Hamamlarını gezenler hamamın alt ısıtma katları ile servis bölümlerini görebiliyorlar. Son yıllarda restore edilen hamam'da çeşitli sütunlar, kabartmalarla süslü mezar taşları da görülebiliyor.

Ulus ve Gençlik Parkı
Tren istasyonundan Ulus'a giden yol ile ulaşılan Gençlik Parkı kentin önemli nefes borularından biri. Kentin orta yerinde fıskiyeli, köprülerle süslü, dev bir havuzla karşılaşanlar bir ölçüde suya olan hasretlerini gidermeye çalışırken kâh göl kenarında ki çay bahçeleri ve restoranlarda mola verip serinliyor kâh pedallı deniz bisikletlerine binerek, tekne gezilerine katılarak sınırlı alanda dolaşıyorlar. Özellikle Anadolu'nun çeşitli yerlerinden gelenlerin bilhassa rağbet ettiği Gençlik Parkı, luna parkı, çeşitli etkinliklere imkân vermesiyle eğlence yeri olarak geziliyor, ilgi görüyor.
Kentin en işlek meydanlarından olan, Ulus Meydanını süsleyen bir başka anıt ise Kurtuluş Savaşı kahramanları anısına dikilmiş olan Zafer Anıtı. 1927 yılında Avusturyalı heykeltıraş Krippel tarafından yapılan ve taştan bir kaide üzerinde yükselen anıtta iki Türk askeri ile at üzerinde Atatürk bulunuyor. Ulus, Kurtuluş Savaşı Müzesi, Cumhuriyet Müzesi gibi tarihi binalarıyla, abidevi yapılarıyla da dikkat çekiyor.

Kızılay
Kentin en önemli meydanı, sevinçlerin, konserlerin kazanılan maç zaferlerinin kutlandığı caddesi en az Ulus semti kadar kalabalık merkezi. Önemli bir nokta olan Kızılay Meydanı aynı zamanda butikleri, pasajları ve dev marketleri ile en fazla nüfus yoğunluğu barındıran merkezi konumunda. Adeta kentin kalbinin attığı Kızılay ve Kızılay'a açılan diğer yolları, çevresi yoğun yaya ve taşıt trafiğine sahne olurken tüm randevuların verildiği buluşma noktası, gezi alanı olarak gün boyunca kalabalık görüntüsüyle dikkat çekiyor.

Çubuk Barajı
Ankara'nın su ihtiyacını karşılamak için tasarlanan yer olan baraj gölü Atatürk tarafından 1929 lar da Çubuk Çayının bir baraj gölünde toplatılmasıyla oluşmuş. Atatürk için bir de köşk yapılan mesire yerinde Ata birçok kez arkadaşları ile kalmış, dinlenerek vakit geçirmiş. Günümüzde Ata'ya ait hiçbir eşyanın bulunmadığı Köşk'e daha sonraları bazı ilaveler yapılarak Baraj Müdürlüğü olarak kullanılmaya başlanmış. Ankara'nın mesire yeri olarak ziyaretçileri ağırlayamaya devam eden Çubuk Gölü ve çevresinde restoran ve gezinti alanları bulunuyor.

Büroklarlara, bakanlıklara, büyükelçilikler sıkça rastlanan kent olan Ankara bitti mi derseniz, hayır tabii.
Atakule gibi birçok alış veriş merkezinde veya Kızılay'da dolaşıp alış veriş yapabilirsiniz. Arslanhane, ahi Elvan, Alâeddin, Karacabey, Kurşunlu, Zincirli, Maltepe, Kocatepe camilerini ziyaret edebilirsiniz.
Kavaklıdere, Çankaya, Maltepe, Küçük Esat, Altındağ, Hisar, Kızılay, Anıttepe, Emek, Balgat, Kocatepe, Cebeci, Sıhhiye, Yenişehir, Yenimahalle, Yenidoğan, Demirlibahçe, Dikmen, Ayrancı, İskitler, Akköprü, Ulus, Aydınlıkevler, Bahçelievler gibi birçok semtte dolaşıp farklı özellikleri görebilirsiniz.
Kuğulu parkta, Altın parkta mola verip, Gölbaşında piknik yapabilir, Ayaş'da eski evleri görebilir, Kalecik'te şarapların tadına bakıp, Haymana'da tıpkı Kızılcahamam'da olduğu gibi kaplıca sularıyla şifa bulabilirsiniz. Polatlı'da, Bala'da tarihe yolculuk yaparken kışın Elmalı'da kayak da yapabilirsiniz. Soğuksu Milli Parkı doğa tutkunlarını kucaklarken, Beypazarı mimari dokusu, değişik lezzetleri, kısa tatillerin vazgeçilmez adresleriniz olabilir. Geziniz özel kutlama günlerine denk geldiyse Ankara folkloru denince ilk akla gelen seğmenlerini, Ankara zeybeği ve ünlü misket oyunlarını izleyebilirsiniz.
Sanat etkinliklerini, konserleri, çeşitli spor sahalarında coşkulu karşılaşmalarını takip edebilirsiniz. Bir zamanlar Ankara'yı temsil eden Birinci Türkiye liginin gözdelerinden PTT, Hacettepe gibi takımları olmasa da, iç ve dış sahalarda aldıkları başarılı sonuçlarla kendilerinden söz ettirip, üstün performans sergileyen Gençlerbirliği, Ankaragücü'nün sezon içinde, 19 Mayıs stadında oynadıkları heyecanlı maçlarını seyredebilirsiniz.
Puf yastık gibi kabarık tüylü, renkli gözlü Ankara kedileri, bir o kadar daha üne sahip Ankara tiftik keçileri ilginizi çekebilir.
Ankara ilinin Bolu, Eskişehir, Konya, Aksaray, Çankırı, Kırıkkale, Kırşehir, Afyon gibi komşularına, gün içinde gidip gelecek yakınlıkta oluşu nedeniyle, ziyarete değer güzelliklerin, çevrenin cazibesine de kapılabilirsiniz.
"Ankara Ankara Güzel Ankara"

GORDION YASSIHÖYÜK
Ankara'nın 96 km güneybatısında yer alan Frikya'nın başkenti Gordion (Yassıhöyük) Anadolu'nun önemli antik kentlerinden biri. Ticaret ve Kral Yolu üzerinde bulunan antik kentte yapılan kazılarda Eski Tunç çağından başlayarak Hititlere, Friklere, Perslere, Yunanlılara ve Romalılara ait medeniyetlere rastlanıyor.
Kent höyüğünde ve 25 tümülüste yapılan kazılarda bulunan sanat eserleri, Frig sanatı ve kültürü konusunda önemli ipuçları veriyor. Eserlerin büyük bölümü Ank. Ana. Med. Müzesinde ve Büyük Tümülüsün karşısında bulunan yerel müzede sergileniyor.
Gordion iç ve dış kent kapıları, teras binaları, küçük höyük Tümülüsler antik kentte görülebilen kalıntılar. Sayıları 80 civarında olan Tümülüsler arasında en büyüğü 53 metre yükseklik, 300 m çapı ile Büyük Tümülüs yer alıyor. Anadolu'nun en büyük ikinci tümülüsü, ardıç ve sedir ağaçlarının üst üste dizilmesiyle mezar odası oluşturulmuş, çevresine taş duvar örülmüş. Kirişlerle desteklenen mezar odası üzerine üçgen çatı oturtulmuş. 4 metre taş dizilip üzerine önce killi sonra normal toprak yığılmış. Anıtsal mezar odasına özel yapılmış tünel ile giriliyor. İçine konulanların bozulmadan uzun süre kalabilmesi ve dayanıklılık süresinin artmasını sağlayan özel yapım mezar odasının oldukça serin havası ve nem yüzdesi oranı dikkat çekiyor.

Müzeler
Anıtkabir Müzesi:
Tel: 0(312) 310 53 61
Ziyaret saatleri:
Kış: 09.00-12.00/13.00-17.00
Yaz: 09.00-12.30/13.30-17.00

Çankaya Müzesi: Tel: 0(312)468 63 00/2675
Ziyaret Saatleri: 13.30-17.00

Etnografya Müzesi: Tel: 0(312) 311 95 56
Ziyaret saatleri: 08.30-12.30/13.30-17.30

Kurtuluş Savaşı Müzesi:
Tel: 0(312) 310 53 61
Ziyaret saatleri: Kış: 09.00-12.00/13.00-17.00
Yaz: 09.00-12.30/13.30-17.00

Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi:
Tel: 0(312) 310 20 94
Ziyaret saatleri: 09.00-12.00/13.30-17.00

Cumhuriyet Müzesi: Tel: 0(312) 310 71 40
Ziyaret saatleri: 09.00-12.00/13.30-17.00

Ankara Çiftlik Atatürk Evi:
Tel : (0312) 212 65 06
Ziyaret saatleri: 09.00-17.00

Milli Mücadele Atatürk konutu ve Demiryolları Müzesi:
Tel: 0(312) 310 35 00
Ziyaret saatleri: 13.30-17.00

ODTÜ Müzesi: Tel: 0(312) 210 10 10
Ziyaret saatleri: 08.30-17.00

P.T.T Müzesi: Tel: 0(312) 316 62 63
Ziyaret saatleri: 08.30-12.30/13.30-17.30

Ziraat Bankası Müzesi:
Tel: 0(312) 310 37 50/43 48
Ziyaret saatleri: 08.30-12.30/13.30-17.30

100. Yıl Spor Tarihi Müzesi Eğitim Müzesi:
Tel: 0(312) 312 23 63
Ziyaret saatleri: 09.00-12.30/13.30-17.00

M.T.A Tabiat Tarihi Müzesi: Tel: 0(312) 287 34 30
Ziyaret saatleri: Hafta İçi:09.00-17.00
Cumartesi-Pazar: 10.00-15.00

Cengelhan Rahmi Koç Müzesi:
Tel: 0(312) 309 68 00
Sutepe Mahallesi, Depo Sokak No: 1, Altındağ

Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Müzesi:
Tel: 0(312) 302 24 19 Hafta içi her gün mesai saatleri içinde randevu alınarak ziyaret edilebilir.

Oyuncak Müzesi: Tel: 0 (312) 363 33 50/297 giriş ücretsizdir. Çarşamba ve Cuma günleri 10.00 - 17.00 saatleri arasında gezilebilir. Adres: Ank. Üni. Eğ. Fak. Cemal Gürsel Caddesi Cebeci

Gordion Müzesi: Tel: 0(312) 638 21 88
Ziyaret saatleri: Yaz: 08.30-17.30 - Kış: 08.30-17.00

AMASRA gezisi

Uyuyan prenses: Amasra
M.Ö. 12 yüzyılda kurulduğu söylenen Amasra, adını Pers prensesi Amastris'ten alıyor. Amastris'in kendi adına kurduğu bu yeni şehir, eşsiz güzellikteki sahili, iki koyu ve iki adasıyla güneydeki tatil merkezlerini aratmıyor. Eski çağlarda uyuyan bir prensese benzetilen Amasra'dayız.

Kente yaklaşırken çarpıcı bir manzarayla karşılaşıyorsunuz. Enteresan bir coğrafya, Karadeniz'in birçok sahil kentine parmak ısırtacak bir güzellik karşılıyor sizi. Keyifli bir tatil vaat eden, bir bakışa sığmayan bu görüntü insanı heyecanlandırıyor. Öyle ki, "İyi ki gelmişim, burada çok şey yapılabilir!.." diyorsunuz. Ve bu yüzden ayrılırken, hüzünleniyorsunuz... Batı Karadeniz'in şirin ilçesi Amasra'dayız. Bir zamanların gözde tatil beldesi yeniden turizmde moda olmanın mutluluğunu yaşıyor. Tur otobüsleri, özel araçla gelen aileler... Karadeniz masmavi göl gibi durgun, dalgasız, geri kalan her yer yemyeşil.

Tarihçesi
Fatih Sultan Mehmet'in "Bakacak Tepesi"nden ovaya doğru şöyle bir bakıp "Lala Lala Çeşm-i Cihan bu mu ola" dediği bu şirin tatil merkezinin yer aldığı yarımadanın, iki koyu ve iki adası bulunuyor. Adalardan birine kayıkla ulaşılırken, diğerine tek gözlü Roma yapısı bir kemerle geçiliyor. M.Ö. 3. yüzyıla kadar Sesamos adıyla bilinen kenti ilk olarak Hititler veya Gasgaslar'ın M.Ö. 12 yüzyılda kurdukları söyleniyor. Şimşir ağacı ihracatı yapan kent, Pers İmparatorluğu etkisine girmiş. Persli prenses Amastris, kendi adına yeni bir şehir kurmuş, bağımsız kraliçelik yapmış. Daha sonraları kent Pontuslar'ın, Romalı ve Cenovalılar'ın eline geçmiş. 1200'lerde kale ve kiliseleriyle ünlenmiş. 1460 yılında Fatih Sultan Mehmet Amasra'yı fethetmiş. Bir kiliseyi camiye çevirmiş. O dönemlerde "Uyuyan Prenses"e benzetilen Amasra, Osmanlılar döneminde kadılık merkezi olmuş.
Kent; Anadolu'da bir benzeri görülmeyen Kuş Kayası anıtı, muhtemelen Roma eyalet Meclis Sarayı olarak inşa edilen "Bedesten", Roma imparatoru Claudius döneminde yapılan tek gözlü Roma Köprüsü, kilise temelleri kalan Tavşan Adası, 9. yüzyılda yapılan kale içindeki Fatih Camii, İç Kale Mecsidi, hamam, tiyatro ve mağaralarıyla bugün de ilgi çekiyor.

Amasra'da neler yapılır?
Tarihi dokuyu yansıtan Amasra'da sokaklar, binalar temiz bir görünüm sergiliyor. Tüm Karadeniz sahilinde sık sık rastlandığı gibi, kısa boylu süs köpekleri var. Öncelikle söylemekte yarar var, yaz kış akşamları serin oluyor. Limandan tekne kiralayıp çevre gezilerine çıkabilirsiniz. Örneğin Bedri Reis ile 45 dakikalık tur kirası 4-5 milyon lirayı ödeyerek, mendirekten dönüp Venedik misali köprü altındaki tünelden geçip küçük limana ulaşınca kraliçenin denize girdiği yer

Şile gezisi

Bezi bahane Şile Şahane
Bir İlçe bu kadar mı sevilir? Bir ilçe bu kadar mı rağbet görür. Bir ilçe bu kadar mı dolar? Özellikle hafta sonu İstanbul halkı sözleşmişçesine adeta Şileye akın ediyor.

Her iki köprüyü kullanarak Avrupa yakasından Anadolu yakasına geçenlerle, zaten Anadolu yakasında oturup tüm aileyi aracına dolduranlar, otobüsler, motosikletliler tek sıra günün erken saatlerinden itibaren Şile'nin yolunu tutuyorlar. Güzergâh sonunda sadece Şile yok tabii. Kimi daha Şile'ye gelmeden keşfettiği koylara, Riva'ya kaçamaklar yaparken, birçoğu rotayı yolun devamında yer alan diğer nefes borularına çeviriyor. Kabakoz, Ağva ve diğerleri sıcaktan bunalan, stresten yorulan
bedenlere doping kaynağı oluyor. Şile denince ilk akla gelenler Şile Deniz Feneri, Şile Bezi, Şile Kalesi, Akşam güneşi, Ağlayan Kaya Mağaralarıdır ama şimdi geçin bunları bir kalem. İlgi, özlem, her şey Şilenin alabildiğine uzanan parlak kumsalına, sığ denizine.
Daha Şile'ye girmeden sola ayrılan yol başında gişeler ve görevliler "hoş geldiniz efendim"lerle karşılıyor sizi, giriş ücreti olarak 12 milyon liranızı alıp, otoparklı plaj sahasına buyur ediyorlar. İlk kez geliyorsanız Tanrım bu ne kalabalık? Yoksa burası Cin Halk Cumhuriyeti mi? Demenize neden olacak bir panorama sizi kökten sarsıyor. Ne var ki bu kalabalıktan hiç ama hiç kimse rahatsız görünmüyor her araç sahibi bir araçlık yer bulduğu anda mıntıkaya yerleşiyor. Bu kâh denize uzak bir nokta veya otoparkın ta gerilerinde bir yer olabiliyor. Süratle yayılıp, beraberlerinde getirilenler piknik sofrası hazırlanıyor. Mangallar yakılıyor, ateşi yelleyenler, kanatları ızgaraya dizenler, yoldan alınan ekmekler, çeşme başında yıkanmış domates, biberler, pet şişelerde sular göze ilk çarpanlar oluyor. Araçların yanı başında yanan mangallara, araçların üzerine konulan kamping tüp ocaklarda katılıyor, yemek sonrası devreye girecek olan semaverler çaylar demlenmeye başlıyor. Bagajlardan çıkarılan battaniyeler, çarşaflarla gölgelikler yapılıyor veya gerçek çadırlar kurulup yemek sonrası rehavet uykularına geçiliyor. Bu araçların bulunduğu kumsalın gerisindeki durum. Bir de kıyı bandı, yani kumsalda ki yaşam var. Güneşliklerle renk cümbüşünü andıran Şile kumsalı şemsiye denizi görünümü ile coşkulu görünümüne coşku katıyor. Aralara serpiştirilmiş şezlonglar da var. Kumu görmenin neredeyse imkânsızlaştığı plaj, deniz içinde yüzmekten ziyade diz boyu suda ayakta duranlarla ilginç bir hal alıyor. 10 metre aralıklarla dizilmiş cankurtaran kuleleri çevresinde 10 bini aşkın deniz sever, ızgara kokuları dumanları arasında tatillerini yapıyorlar. Aslında Şile'ye gelmek öyle çok kolay olmuyor. Sabırsız olduğu kadar sinyal verme alışkanlığı bulunmayan pazar sürücülerinin toplu seyri ile geçilmeye çalışılan yol tüm genişletme çalışmalarına rağmen hala gidişte ve akşam dönüşünde sorun yaratıyor. Doğrusu buya. Şile - İstanbul arası metro veya toplu taşıma ulaşımı daha şimdiden kaçınılmaz gibi görünüyor. Tatil severlerin tüm amaçları bir an evvel Şileye gidip akşam trafiğine kalmadan dönüşe geçebilmek. Şile'nin plajı bu kadar değil, Şilenin her yeri plaj. Örneğin ben denize kumsaldan girmeyeceğim diyorsanız, Şile kayalıkları, Şile dalgakıranı, Şileye komşu diğer koylar hepsi sizi buyur ediyor. Özellikle Dalgakıran da güneşlenip Şile sahiline bakarak, denize girenler nispeten daha temiz bir suda kalabalıktan uzak ücretsiz bir deniz banyosu alabiliyorlar. Dalgakıranda yüzer restoran tekneler de var, ekonomik boyutta balık, midye tava, ekmek arası yiyecekler yapıyorlar, süper manzara, tekne serinliği ile yemekler yenebiliyor. Büfeler içecek ihtiyaçlarını karşılıyor. Limanın biri "Liman" diğeri "Artane" olmak üzere iki büyük balık restoranı da hizmet veriyor. Şileye ilgi böylesine büyük, böylesine kalabalık olunca talepleri karşılamak için adım başında yemek yiyecek bir yerler, seyir teraslı lokantalar kafeler bulunabiliyor. Şimdi biz merkeze gelmeden önce sahilden ayrılıyor. Gerek araçla gerekse yaya olarak geldiğimiz limandan yukarı tırmanıyor, Şile'nin cıvıl cıvıl çarşısına dalıyoruz. Sağlı sollu evler, aralarda eski olup restore edilerek makyajlanmış olanlar, dükkânlar, butikler, lokantalar, dondurmacı, pastane, emlak ofisleri çeşitleriyle dükkânlar devam ediyor. Dışardan baktığınızda albenisi pek belli olmayan lokanta ve kahvelerin içine girince anlıyorsunuz özelliklerini. Birçoğu iskeleler üzerine kurulu ahşap teraslı, balkonlu olup, yukarıdaki satırlarda cümlelerle çizmeye çalıştığım plaj tablosunu uzaklardan seyreden manzaraya, daha doğrusu göze sığmayan panoramaya sahip. Ne yediğiniz pek önemli olmasa da 3 tane çöpe dizili, yanında taratorlu midye tava, soğuk bir bira bile manzaranın keyfine varmanıza yetiyor. Gerisi size kalmış. İster balık, ister et, ister bir küçük şarap veya soğuk bir meşrubat, bir de patates tava. Çarşının butikleri yöreye has Şile bezi bluzlar, etekler, geceliklerin satıldığı yerler olunca yerli yabancı hanımların gözdesi oluveriyorlar. Şile bezi kumaş olarak Şileye yakın bir başka köy olan Kabakoz'da dokunuyor. Yıllardan beri Pazar Şile'de kurulduğu için köylüler dokudukları kumaşları Şile pazarına getiriyorlar. Kumaş da bu nedenle Kabakoz bezi değil Şile bezi olarak anılıyor. Şile bezine tekrar dönmek üzere ilçe merkezine olan yürüyüşümüze devam ediyoruz. Solumuzda belediye devamında Mısırlı Hadice Hanım Hazretleri 1287 tarihli suyu akmayan çeşmesi sonrasında, Şile bezi üzerine motif işleyen bir genç kız heykeli, tek sıra araç parkı dikkat çekiyor. Pazar kalabalığından payını almak isteyen birkaç köylü yöresel ürünleri açtıkları tezgâhlarda satmayı beklediği görülüyor. İlçe merkezi bir tarafında yeni yapılan kocaman bir cami, diğer tarafında İstanbul Şile arası yolcu taşıyan otobüslerin terminali. Kalkış saatini bekleyenler ve de omuz omuza vermiş lokantalar, dürümcüler, İskender, döner, lahmacun, pide, tavuk aklınıza gelen her şey var olduğu fast food lokantalar. Mecburi duraklardan sayılan bu dairesel meydan özellikle gençlerin büyük ilgisini çekiyor. Gezmeye, denize, güneşe daha çok zaman ayırmak isteyenler, motosikletçi gruplar kasklarını (başlıklarını) çıkardıkları gibi masalara yerleşiyor, hızlı servislerle kısa sürede yemek problemlerini en ekonomik koşullarda hallediyorlar. Çarşının olduğu gibi, meydanın da plaja çıkan inen yokuşları geçitleri bulunuyor. Sonuçta her yol meydana çıkıyor, her yol plaja iniyor.

Şile Bezi
Bu yıl 19 uncusu düzenlenen uluslar arası Şile Bezi Festivali 16-23 Temmuz tarihleri arasında yapılmış. Sevilen sanatçıların vermiş oldukları konserler, folklor oyunları, çeşitli etkinlikler bir yana genç kızların el emeği göz nuru dökerek işledikleri motiflerle hayat bulan bluzlar gerek festivalin gerekse Şile'ye gelen turistlerin en çok rağbet ettikleri hediyeliklerinin başında geliyor. Kabakozda dokunan bezler deniz suyunda yıkanıyor, biçimlenip tasarım uygulanıyor, sonrada sempatik motifler el nakışlı işleniyor. İşlemede kullanılan motiflerin iplikleri çamaşır ipeği, katon iplik kullanılıyor. Bu iplikler 30 derece sıcak suda çamaşır makinesinde yıkansa bile beze boyama yapmıyor. Şile bezi ise terletmiyor bilhassa Şile bezi gecelikle uyuyan hanımlar huzurlu, vücut için sıhhatli ve rahat bir uyku uyuduklarını belirtiyorlar. Halk Eğitim Merkezi kursiyeri, dernek üyesi, işletmecilik yapan İlgin Akgün sipariş üzerine de çalışmalar yaptıklarını belirtiyor. Şile Bezi motiflerini yozlaşmadan en güzel şekilde itina ile bezlere işlediklerini anlatıyor. Özellikle Yoncalı Yıldız, Sevda Çiçeği, Çatlak Kahve, Yeminli Örnek, Kartopu, Eğrelti, İncili Sarma, Gazi Sofrası, Yasemin, Hanım Yanağı, Kabak Çiçeği gibi motifler genç kızların hünerli elleriyle buluz, elbise, geceliklerde hayat buluyor.
Halk Eğitim Merkezi kursiyer
İlgin Akgün 0535 355 31 13

Şile Deniz Feneri
Şile'nin hemen hemen her yerinden görülebilen deniz feneri 08.Ağustos.1856 tarihinde hizmete girmiş. İstanbul Boğazının en kritik yerlerinden biri olan mevkide hizmet veren renkli taşlarla inşa edilmiş olan fener, Fransız fenerler idaresi tarafında yapılmış Türkiye'nin en büyük feneri olma özelliğine sahip. Denizden 60 metre yükseklikte olup 19 metre yüksekliğindeki fener kulesi cihazıyla beraber günümüzde orijinalliği ile korunmaktadır. Şehir cereyanı ile çalışıp ışığı 20 mil mesafeden görülebilen fener çevresinde ise günübirlik ziyaretçilerin dinlenme parkı olarak ziyaret ettikleri Kavala Parkı bulunuyor.

Şile'de Foto Safari
Ağlayan Kaya, Akşam Güneşi Mağarası, ilginç kaya yapıları, deniz fenerinin farklı açılardan görünümleri, tepelerden Şile'ye bakış açıları, liman içinde suya vuran yansımalarıyla teknelerin çeşitli görünümleri, ağ onaran balıkçılar, denize açılan tekneler, martıların süzülüşleri ile renklenen, hareket kazanan dalgakıranın değişik açıları ve buna benzer gün batımıyla estetik kazanan, renk efektleri ile değişen kompozisyonlar tahmininizden fazla film sarfiyatınıza neden olacak unsurlar olarak değerlendiriliyor.

Görülecek yerler
Kale Bizanslıların inşa ettiği kale 10x10 metre kare genişlik 12 metre yüksekliğinde denizden gelebilecek saldırılara karşı inşa edilmiş Osmanlılarca da kullanılmış. Şehir merkezine 22 km uzaklıkta Bizans dönemi eseri olan Hasanlı Köyü yakınlarında ki Sarıkavak Kalesi, Yeşil Vadi yakınlarında Heciz Kalesi görülebilir. Şile Kalesinin bulunduğu Ocaklıada Mağarası, büyüklüğü doğallığı ile görmeye değer özellikte olup Ada önceleri karaya bağlıyken dalgaların etkisi ile ana karadan kopmuş ada hüviyeti kazanmış.
Meşrutiyet Köyünde bulunan Mağaraaltı Mağarası doğal güzelliği ile Sofular Köyü Mağarası İzmit 'te bulunan Hıristiyanların Romalılardan kaçarken kilise olarak kullandıkları bir mağara olarak biliniyor. Mağara içinde 20 km lik bir koridor, su kaynakları yer alıyor. Ağlayan kayalar Şile fenerinin 600 metre gerisinde kayalar arasında çıkan su kaynağıdır. Kumbaba tepesi Şileye 2 km uzaklıktadır. Bizans Döneminin Kum banyosu amacıyla kullanıldığı bilinmektedir. Hanımsuyu Çeşmesi, Şile'den 11 km uzaklıkta ki Bizanslılar tarafından yaptırılmış 600 yıllık geçmişe sahip Kabakoz Köyü Çeşmesi, Yeniköy de kemer köprüler, Liman bölümünde kızlar Hamamı ve eski hamam Şile'de bulunan tarihi eserlerden bazılarıdır.

Şile'de Emlak
Şile'ye artan ilgi emlak fiyatlarına da belirli ölçüde yansıma gösteriyor. Özellikle Ağlayan Kaya mevkii ve Kumbaba Mahallesi en kıymetli yerler arasında sayılıyor. Deniz gören dairelerin fiyatları 60 milyar ila 150 milyar arasında değişirken Şile merkezde denize sıfır olan apartman daireleri 100 ila 200 milyardan alıcı buluyor. 3 oda bir salon 120 metre karelik iki katlı villalar 100-200 milyar TL arası alınabiliyor. Arsalarda imarlı parseller 400 metre kare büyüklüğünde metre kare fiyatı 60 milyon ila 120 milyon TL ile fiyatlanıyor. Değerler denize yakınlık derecesine göre değişiyor.
Danışmak için Şile'de faaliyet gösteren Turyap Emlak Bilgi Bankası Satış Temsilcisi Mehmet Göksoy görüşülebilir.
Tel: 0(216)711 23 71 Gsm: 0532 410 39 04

Tarihçesi
Şile ismi kekik olarak anılan aroması yüksek bir bitkiden almış. Halk arasında İstanbul kekiği olarak biliniyor (Origanum Heracleoticum). Şile M.Ö.7. yy la uzanan tarihinde Frig, Roma, Bizans, Selçuk ve Osmanlı uygarlıklarına ev sahipliği yapmış. Bölgeye ilk yerleşenlerin Bitinler olması bölgenin Bitinye olarak anılmasına neden olmuş. Türkler Osmanlılar döneminde yerleşmeye başlamışlar. Yöre 500 yıl Osmanlı hükümdarlığında kalmış. 1918 Mondros antlaşması ile İngilizlere bırakılmışsa da Kurtuluş savaşı sonrası 1922 de Şile'de tekrar Türkler egemen olmuş. Cumhuriyetin ilanı ile beraber Belediye yapılmış. Tabiat ve kültür varlıklarının zenginliği, turistik potansiyelin kapasitesi günümüzde de Şile gözde tatil beldelerinden biri olma özelliğini sürdürüyor.

Bursa gezisi

Bursa'ya gitmek için çok neden var
İpek yolu üzerinde bulunan tarihi şehrin verimli ovası üzerinde, yolun her iki yanına dizili son derece modern fabrikaları görünce önceleri sanki bir Alman kentine giriyormuş izlenimi uyanıyor. Fakat şehir merkezine yaklaştıkça standart Bursa'da olduğunuzu çok geçmeden anlıyorsunuz.

Sadece camiler, türbeler, ipek, kadife, kestane şekeri, şeftali, Uludağ, teleferik turu, kılıç kalkan oyunu değil tabii Bursa'da yaşanan. "Bursa" denince aklımıza tekstil ürünleri, özellikle havluları, bıçakları ve ipek böcekçiliği geliyor.
Daha bitmedi. Roma Bizans döneminden kalma tarihi eserleri, müzeleri, medrese, han, hamam, kervansaray, imarethaneler, köprüler, çeşmeler, parklar, anıt olmuş çınar ağaçları, kapalıçarşısı, yaşanası güzellikteki evleri, çevre köyleri, şifalı termal kaplıcaları gezip gördükten sonra iskender kebebını yemek için de sıraya giriliyor Bursa'da.
Tarihi Ulucami'nin mimarisini, iç duvar hat sanatı örneklerini ve fiskiyeli havuzu ziyaretinizde hayran kalıyorsunuz.
Yeşil Cami ve Yeşil Türbe'nini ihtişamı, duvar çinileri ve mermer çeşmesi tekrar tekrar gelmenize neden oluyor. Hepsi de son derece etkileyici Ata yadigarı eserlerimiz.
Bunlara ilave olarak bir yer daha var ki imrendirici yerlerin başında geliyor. Daha Bursa'ya girişte, 3 km kala yani çevre yolunun hemen altında, çölde vaha misali bir emekliler parkı var.
Emekli olunca toprakla ilgilenmek ne keyifli bir uğraştır. Ama araziniz, bahçeniz yoksa bu zevki nasıl tadacaksınız : Bu sorunun yanıtını Bursa Belediyesi veriyor.

Kiralık bahçeler
Bursa'nın eski Belediye Başkanı Ekrem Barışık, Almanya ziyaretinde gördüğü bir uygulama üzerine Bursa'da dere yatağını düzeltip 250 metre karelik bahçeler parsellemiş, etrafını tel örgüyle çevirip içlerine de ahşap küçük kulübeler kondurup emeklilere kiralamış.
Kiralama şartları çok basit:
Emekli olacaksınız ve her yıl bahçeyi ekip biçeceksin o kadar. Bursa'lı emekliler her sabah büyük hevesle kiralık bahçelerine geliyor, kimisi çiçek yetiştiriyor kimi sebze. Su sorunu yok; parkta buz gibi kuyu suyu var, kullanımı da ücretsiz. Emekliler parkında akla gelen her türlü hizmet düşünülmüş. Parkın 24 saat görev yapan bekçisi var, postacı bile geliyor, telefon kulubesi de var hemde çalışıyor. Bahçeler arası yarışmalar yapılıyor. Emekli Şükrü Çerezci gül birincisi olmuş. Eski Başkan sürekli hayır duasıyla anılıyor. Emekli İbrahim Albayrak ise "Emekliler parkındaki" bahçesinde marul, maydanoz, dereotu kısaca kış sebzeleri yetiştiriyor. Neredeyse gerçek tadını, yaprağının kokusunu unuttuğumuz domatesleri, taze soğanlardan yaptığı demeti sarıp evine götürüyor.
Bursa Büyükşehir Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü'nce kiralanan bu bahçelerin benzerini de Yıldırım Belediyesi Vakıf köyde 50 dönüm araziyi parselleyerek yapmış ve hemen kapışılmış.
Şehirlerde apartmanlara sıkışmış sakinlerin böyle kiralık bahçelere ne büyük ihtiyacı olduğunu düşünerek yazdığım satırlar umarım diğer Belediye Başkanlarına da örnek olur. Hergün bir yenisi sırıtarak yükselen gökdelenlerden arta kalan arazilere bir de belki bu gözle bakarlar!

Türkiye'de tek
Bursa'da gezilip görülmesi gereken yerlerden birisi de kendi konumu itibariyle Türkiye'de ilk ve tek olma özelliğine sahip Ormancılık Müzesi. Çekirge semtinde aynıisimle anılan caddesi üzerindeki "Saatçi Köşkü", 19.yüzyıldan kalma Barok mimari tarzı mimari ve çevresiyle dikkat çekiyor. Köşk günümüzde ormancılıkla ilgili bir nevi ihtisas müzesi olarak da işlev görüyor.
Ormancılık Müzesi'nin kurucusu ve müdürü olan Bülent Zafer Öztaptık, ziyaretçilere ormancılık hakkında bilgi verildiğini, çevre bilinci konusunda fikir sahibi olmarı sağlandığını belirtiyor. Müze teşhir salonlarından doldurulmuş orman canlıları; vahşi hayvanlar ve kuşlar, orman hayatında görülebilecek zararlı ve faydalı böcekler, biyolojik mücadele, kudağ'da zirveye yakın yer bitkileriyle beslenen endemik kelebekleri görülüyor. Ayrıca dünyada sadece Amerika'da bulunan "Sekoya" ağaçlarının Anadolu'da bulunup ve doğadaki konservasyonu ile günümüze gelebilmiş fosilleri, ağaç kesitleri de sergileniyor. Pazartesi hariç her gün ücretsiz görülebilen Ormancılık Müzesi gezisinden sonra dönemin özelliklerini yansıtan Saatçi Köşkü bahçesindeki terasta kamelya ve havuz yanında oturup ağaçlar altında dinlenebilirsiniz.
Aynı cadde üzerinde Karagöz ile Hacivat'ın mezarı ve kendilerine ayrılan temsili maketlerinin bulunduğu bölüm de yer alıyor.


Bursa Saat Kulesi

Osmanlı İmparatorluğu'nun kurucusu Sultan 1.Osman ve Sultan Orhan türbelerinin kuzeyindeki Tophane Parkı içinde bulunuyor. Osmanlı devrinde Ramazan ayı iftar vaktini bildiren topun atıldığı yerde bulunması nedeniyle "Tophane" diye de anılan kule, Sultan 2.Abdülhamit'in tahta çıkışının 30'uncu yıldönümü olan 31 Ağustos 1906'da bitirilerek, Vali Reşit Mümtaz Paşa tarafından törenle Bursalılar'ın hizm
etine sokulmuştu. 4.65 x 4.65 metre planlı, 6 katlı saat kulesi, 25 metre yüksekliğinde. Günümüzde orijinali yerine elektronik bir saat takılan kule, Bursa Belediyesi'nce yangın gözetleme amacıyla da kullanılıyor.
Açık hava müzesi görünümündeki şehir turunuz bitince dönüşte alabilecekleriniz arasında şubeleri büyük şehirlere de yayılan ünlü havlucuların ürünleri olabilir. Bursa ile özdeşleşen iskender kebabın lezzet sırrı, Uludağ eteklerinin kokulu ot ve kekikleriyle beslenen koyunlarının eti ve özel mandıranın imali tereyağından geliyor.
İsmini de 4000 yıllık Türk yemeği kuzu çevirmeyi döner kebabına çeviren İskender'den almış. Yüzyıllarca yerdeki ateşe paralel olarak pişirilen kuzuyu sinir ve kemiklerinden arındırıp dikey metal çubuk üzerine kendi ekseninde dönmesini sağlayan İskender pişen kısımları uzun bıçakla yaprak yaprak keserek döner kebabını bulmuş.
Kuruluş tarihi 1867 olan Kebapçı İskender'in devamını oğulları Nurettin, Süleyman ve Cevat kardeşler sağlamış. Babaları Süleyman olan üçüncü kuşak Fahri, Yavuz ve torun İskender yüz yılı aşkın süreyi geride bırakmanın gururunu yaşıyorlar.

Hünkar Köşkü Müzesi
1844 yılında Osmanlı padişahı Abdülmecit adına av kşökü olarak inşa edilen Hünkar Köşkü, 19 günde bitirilmiş. Abdülaziz ve V.Mehmet Reşat kalmış. 1925 yılında ise Atatürk, resmi ziyaretlerin dışında 4 kez dinlenme amaçlı kısa sürelerle kalmış. 1995 yılında restorasyona başlanarak, 29 Mayıs 2003 tarihinde ziyarete açılan Hünkar Köşkü, pazartesi günü dışında 09:30 - 17:00 arası ücretsiz gezilebiliyor. Sanat tarihçisi Zehra Ursavaş'ın müdürlüğünü yaptığı Hünkar Köşkü, tavan kalem işi süslemeleri, Bursa seyir panoramasına hakim bahçesi, dönemi yansıtan orijinal eşyaları ve Atatürk odasıyla ilgi çekiyor.






Bursa Kent Müzesi
3 katı ile hizmet veren müze, girişte ziyaretçileri antika bir araba ile karşılıyor. Atatürk köşesi, Bursalı ünlü iş adamları ve çeşitli standları gezen ziyaretçiler, üst katta Bursa Futbol Tarihi Sergisini görüyorlar. Müzenin zemin katında ise, çeşitli iş kollarının çalışmalarını yansıtan cansız mankenlerle sunumu yapılıyor.
Kalaycı, nalbant, semerci, kumaşçı, şekerci, dönerci gibi dükkanlar aslına uygun dekorları ile ilgi çekiyor.






Bursa Anadolu Arabaları Müzesi

Bursa'nın gezi yerleri arasında bir de Umurbey Mah. Kapıcı Cad. Yıldırım semtinde Bursa Anadolu Arabaları Müzesi bulunuyor. Anadolu üretim ustalığının değişik tasarımlarının örneklendiği müzede, ağaç arabalar, kırsal arabalar, yol arabaları ve savaş arabaları görülebiliyor. Roma dönemi savaş arabası, kupa, Balıkesir öküz arabası, Tokat kağnı, Bursa, Akhisar öküz arabası, Bursa Derin Esebey, Akhisar tek atlı Esebey, Konya çarklısı, Sivas at arabası, Bursa, Trakya, Eskişehir Tatar arabası, İstanbul çarklısı, Fayton, briçka, panyo, ağır yük arabası, top arabası gibi örneklerin yer aldığı
müzede Anadolu tarihinin çeşitli dönemlerini yansıtan 31 motorsuz araç ın yanısıra, Tofaş'ın 30 yılda ürettiği otomobilleri temsilen 10 adet otomobil de sergileniyor. Bu bölümde, ilk Murat 124, ilk Murat 131 ve ilk Kartal'ı da görmek mümkün.

Ücretsiz gezilebilen müze, pazartesi hariç her gün 10.00-17.00 arası açık. Tel: 0224 329 39 41

Noel Baba'nın "Kale"si, Demre

GEZİYORUM
Noel Baba'nın "Kale"si, Demre
İlk ismi; "Demre" idi. Sonraları "Kale" oldu. Son yıllarda ise yine Demre olarak anılıyor. Antalya'nın bu şirin ilçesi, yaz mevsiminde olduğu kadar yıl sonu yaklaşırken de ziyaretçi akınına uğruyor. Bunun nedeni ise; ilçedeki tarihi St. Nikolaus Kilisesi ve bahçesindeki Noel Baba heykeli.

Türkiye'nin doğal güzellikleri, tarihi eserleri, pırıl pırıl denizi ve seracılığın odak noktası Demre, Kekova Körfezi'ne en yakın çıkış kapısı konumunda. Toros dağları eteklerinde ve Akdeniz'in turkuaz renkli denizi arasında yer alan Demre, bahar aylarında limon ve portakal çiçeklerinin mis gibi kokularıyla, yerli yabancı tüm turistleri büyülüyor. Likya medeniyetinin izlerini taşıyan kentte; çocukların, denizlerin ve gezginlerin koruyucusu sayılan St. Nikolaus Kilisesi, en önemli ziyaret yeri olarak kabul ediliyor. Bu nedenle de yurt dışından gelen katılımcılarla her yıl çeşitli etkinliklere sahne oluyor. Ağaçlarla ve çiçeklerle kaplı bahçede heykeli olan Noel Baba ve St. Nikolaus Kilisesi, dış etkilere karşı yapılan özel bir çatı altında korunuyor. Yer mozaikleri, kemerli salon ve odaları, lahitleriyle binlerce turistin ziyaret ettiği kilise, ilginç ve oldukça başarılı bir akustik ses düzenine sahip. Sahne altındaki ses tüneli kapısında duranlar, tünelin diğer ağzında konuşulanları çok şaşırtıcı bir şekilde, ekolu bir efektle duyabiliyorlar.

Antik kentlere meraklı olanlar, Çayağzı yolundaki Andriake ören yerinde bir gezi yapabilirler. Demre'nin sahili ve Çayağzı'nın (Demre-Myrus) denize döküldüğü deltanın 1 km uzunluğundaki kumsalı caretta carettalara evsahipliği yaparken, Andriake, antik çağda Myra'nın Akdeniz'e açılan önemli bir liman kenti olarak ziyaretçileri konuk ediyor. Yöredeki bir başka gezi yeri de, Likyalılar'ın önemli kenti olan Myra, M.Ö. 5. yüzyılda kurulan ve bugünkü kent merkezine 1.5 kilometre uzaklıkta olan Myra, antik tiyatro ve kaya mezarlarıyla ünlü.
Antik kentin kapısında turistler için deve turları düzenleniyor. Sağlı-sollu işporta tezgahları, halılar, hediyelik eşyalar, biblo ve market satıcıları arasından girilen ören yerinde; sağınızda tiyatro, solunuzda ise kayalara oyulmuş çok katlı mezar odaları bulunuyor. Mezarlar arasındaki geçitlerle birinden diğerine geçen turistler, kayalara oyularak yapılmış kabartmaları ve yıllar önce devrilerek ters duran meduza başlarını da fotoğraflamayı da ihmal etmiyorlar. Andriake harabeleri, Çayağzı yolundaki kaplıcanın suyunun şifalı olduğuna ve birer haftalık kürlerle bazı mide hastalıklarına ve cilt yaralarına iyi geldiğine inanılıyor. Çevrede yürüyüşü sevenler için Kapaklı Köyü yakınlarında "İslada", Yavu Köyü'nden gidilen ve Yunanca'da mavi anlamına gelen "Kyenai", Demre'ye 5 km uzaklıkta antik çağda balık kehaneti ile ünlü Lykya kenti "Sura" bulunuyor. Efsaneye göre, kahinler Apollo Çeşmesi'nde üç kez boru öttürünce balıklar geliyor ve kehanette bulunuyorlarmış. Balıklar, kendilerine atılan etleri yerelerse iyi sayılır, kuyruklarıyla iterlerse kötüye işaret kabul edilirmiş.

Simena turu
Çayağzı mevkiine gelen turistleri Kekova turunda; Simena, Batık Şehir, Tersane, Üçağız'a götüren "Sınırlı Sorumlu Demre Taşıyıcılar Kooperatifi" ne bağlı otuz tekne bulunuyor. Tam gün kiralanan teknelerin yanında küçük tur ve altı kişilik turlar için tekneler mevcut. En büyüğü 100 kişilik teknelerle 45 dakika süren Simena yolculuğu sırasındasahildeki tahta iskelelere yanaşan tekne yolculara kaleye tırmanıp Kekova'nın muhteşem manzarasını inceliyor fotoğraf çekip çevredeki lahitleri geziyorlar. Simena'dan ayrılmadan önce işporta tezgahlarından elişi dantel, yazma ve deniz kabukları almak da mümkün. Sahil lokantaları veya kafelerde oturarak yada yüzerek vakit geçirenlere de rastlanıyor. Simena'dan ayrılanlar, tur boyunca Burç Koyu -Osmanlı dönemindeki ismiyle Top Kalesi koyu- yüzme molası veriyorlar. Sığ ve kum plaj, deniz içinden çıkan kükürtlü, çok soğuk ve şifalı suyu ile de ilgi görüyor. Çayağzı'na geri dönen turistler, kendilerini bekleyen otobüslere binerek buradan ayrılırken saat 17:00' den sonra bir başka keyifli alternatif turizm başlıyor. Günlük tur yapan "Şekerci Boat" kaptanı Ali Şekerci, aileler için kaşık veya kerteze ile olta balıkçılığına uygun, balığın bol olduğu yerlere geziler düzenleniyor. Teknede mangallar yapılıp tutulan balıklar ızgara ateşinde pişirilirken, arzu edenler için aynı tekne gece de pansiyon olarak kullanılıyor. Battaniye ve nevresimlerle, güvertede deniz havasında uyuyan turistlerin çoğunun kamaraya girmek istemediklerini belirten kaptan Ali, teknede konaklayanlara sabah kahvaltılı bir hizmet sunuyor.

Gezi-yorum'a Noel Baba ile başlamıştım yine Noel baba ile bitireceğim. İzlenimlerim son geçişim olan 22.07.08 tarihinden.


Sabah saat 10.00 civarında Demre�de olursanız başta Ruslar, İtalyanlar olmak üzere her milletten turistlerin Ortodoksların otobüs otobüs Demre�ye geldiklerini göreceksiniz. Kaş�dan Antalya�ya doğru giderken yol boyunca belki 100�e yakın turist otobüsüyle de yol boyunca karşılaşacaksınız. Turistler önce yeni Noel Baba heykelinin önünde toplanıyor, fotoğraf çekiyorlar sonra Noel baba müzesini gezmeye başlıyorlar. Burası adeta bir haç merkezi olmuş durumda. Turistlerden birçoğu eski Noel baba heykelinin yerine, bu sene konan yeni Noel baba heykelini beğenmiyor, �Bizim dinimizle alay mı ediyorsunuz, bu ne biçim Saint Nikolas� diye bile soran oluyormuş. Ben de sordum çevrede görevli birine �Malum biliyorsun burası Müslüman bir ülke bu heykeli daha uygun buldular, eskisi müzenin bahçesinde duruyor görebilirsin� diye de ekledi! Müzeye giriş geniş bir meydandan yapılıyor çevresinde market, hediyelik eşya dükkânları, butikler, otobüs acentesi, restoran türü dükkânlar, otopark ve park tarafından uzak ara çevrilmiş. Üç buruşuk portakalı sıkıp, bir dolardan satanlar, işporta tezgahlar, Park ta ise iki tane süs heykeli var.

Bunlardan biri küçük bir kız elinde bir sepet, diğeri bir ayı adam boyu onun da elinde bir küfe. İkisi de beyaz, parkta duran bu figürlerin ellerinde tuttukları sepetlerine öteberi, çöp atarlarmış. Bakmışlar ki derin sepetlerden çöpleri çıkarmak zor oluyor, boşaltmak için heykelleri her defasında tersine çevirmek gerekiyor, zor iş, pratik bir çözüm bulmuşlar. Şimdi lütfen dikkat buyurun. Her iki figürün sepet ve küfesi içini harçla doldurup, beton atmışlar! Ağzına kadar dolan sepet ve küfeye artık bir şey atmak, figürleri kaldırıp, taşımak imkânı kalmamış. Biri de gelip harç yaşken ayının betonlanmış küfesine kalp çizmiş. Why high one Why :))
Sırası gelmişken konuyla ilgili bir yorum da ben yapayım istedim. Yetkililere akıl öğretmek gibi olacaksa varsın olsun.

Milyonlarca Turist Gelsin İstermisiniz?
2007 iyi ya da kötü bitti. Bana sorarsanız bu yıl da kaçtı! Neden?
Bu dünyada bir buçuk milyar Müslüman varsa, en az üç-dört milyar Hıristiyan var mı? Var.
Her yıl Noel kutlarlar mı? Kutlarlar.
Noel Baba'ya inanırlar mı? Evet.
Pekiiii Noel Baba nerede yaşamış? Demre'de
Noel Baba'nın kilisesi nerede? Demre'de
Noel Baba'nın mezarı nerede? Demre'de
Noel Baba'nın kemikleri nerede sergileniyor? Antalya Arkeoloji Müzesinde Noel Baba sempozyumları nerede yapılıyor? Demre'de
Bu yıl 2008'e girdik, yakında 2009'a girilecek Demre'de bir iki sempozyum dışında ne gibi etkinlikler var? Koca bir hiç.
Oysa bu sahip olduğumuz değerler, imkânlar Tanrıdan bize bir lütuf.

Ne Yapılabilir şimdi de ona bir bakalım.
Öncelikle Gazipaşa'dan Kalkan'a dek Alanya, Lara, Antalya Kaleiçi, Side, Manavgat, Beldibi, Kemer, Göynük, Tekirova, Patara, Kaş, Simena, Kalkan Yılbaşında oteller boş değil mi? Yatak kapasitesi on binlerce turisti ağırlayabilir mi? Eveeeet. O halde yapılacak iş çok basit.
Noel Babanın Demre'li olduğunu Turizm Bakanlığı olarak yetkili ağızlardan bir güzel duyur. İşi sahiplen. Fuarlarda vurgula. Tarihinde bir kere Saint Nikolas pulu basan PTT'ye talimat ver, yine Noel Baba pulu bastır, o pul Dünya'yı haftalar öncesinden başlasın dolaşmaya. Koleksiyoncular o pulu edinmeye çalışsın. Demre�de meydanı bir güzel süsle. Büyük boy çam ağaçları getir, ampuller, süsler filan tak, gece olunca aydınlat. Gerekiyorsa geyiklerin çektiği kızak yap koy. Diskolarda yaptığın gibi suni kar yağdır. Olmadı, geyik bulamadın, Noel Baba'yı deveye bindir, Meydanın etrafına veya Noel Baba heykelinin çevresine ray döşe.
Ya kilisenin önünden, ya uzak ara etrafından luna park treni gibi trenle turist gezdir. Kişi başı bir dolar al. Trenin başına Noel Baba kıyafetli birini oturt, çanı sallasın arkada çocuklar, büyükler Noel Babanın treninde neşe içinde, güle güle turlasınlar. Trenden inenlerin çocuklarına Noel Baba kılıklı biri Yeni Yıl hediyeleri versin.


Su kabağından yapılma Noel Baba kabak bebekleri var. Sar sarmala yöresel hediyelik diye dağıt. Al sana işsizlere iş, yöre tanıtımı da cabası. Etrafa haber sal, Yeni Yıl'a Demre'de Noel Baba'nın ülkesinde girin. Çocuğunuzun, eşinizin, sevdiklerinizin tutun elinden gelin, Yeni Yılı Demre'de Noel Baba'nın evinde karşılayın de. Her lisanda slogan yarat. Yılbaşı günü TV ler canlı yayında Singapur, Hong Konk, Moskova Yeni Yıla şimdi girdi diye sırasıyla gösterdikleri zaman, seni de, Demre'yi de tüm Dünyaya göstersinler. Konuklara mikrofon tut, canlı yayına bağla. Reklâma bak. Dünya'nın ilgisini nasıl çeker diğ mi?

Demre'de Yeni Yıl karşılamak ayrıcalık değil mi? Deniz suyu 16�17 derece isteyen Yeni Yılı denize girerek de karşılayabilir dedin mi, Demre sahili binlerce insanın aynı anda denize girdiği plaja dönmez mi?
Noel Baba mayo satışları tepe yapar. Bu anı fotoğraflayanlar, kameraya çekenler, uzakta ki dostlara bu anı gönderenleri düşün.
Patlat havai-fişekleri gökyüzünü boya, renk ahenk lazer show yap, gökyüzüne lazerle Noel Baba yüzü çiz. Ne bileyim ben yap işte bir şeyler. Kaz gelecek yerden tavuk esirgeme. Gelecek yıl ziyaretçiler katlanarak artar. Otellerin aşçılarına yeni yıl mönüsü yaptır. Hindiler pişir. İstersen Demre�ye bir kilometre açık büfe kur. Tam balık mevsimi Noel Baba balıkçıydı de. On bin kişi gelirse, bu on bin çipura balık demek, on bin kahvaltı demek, en az on bin şişe içecek demek...
Bir yer göster, isteyen olursa satacağın çam ağaçlarını, çam fidelerini satın alıp oraya diksinler, fıçı içinde diktir ki, yarın öbür gün burada benim ağacım var diyen olursa, icabında ver eline plastik fıçı içinde ki ağacını, güle güle gönder.

Saint Nikolas Kilise Müze girişi zaten paralı, bol bol giriş ücreti kazan. Gelen turistlere Noel Baba elbisesi sat, Noel Baba çizmesi sat, ucu pon ponlu şapkasını sat, sakalını, bıyığını sat, çanını sat.
Kazan kazan kazan.

Dev tombala çekilişi düzenle, mikrofonla çekiliş yap, heyecan yarat. Yeni yılın ilk ayının ilk haftası yani ilk pazarı, Selçuk'ta Deve Güreşi festivali yapılıyor. Noel Baba için gelenleri Festivale ve buna bağlantılı olarak, Meryemana Kilisesine götür hacı yap. Bu sayede konaklama gün sayısını artır. Ocak ayına bu sayede doluluk oranı yüksek başla.
Noel Baba mezarı, kilisesi, şusu busu bir başka ülkede olsaydı, mesela İsveç'te Norveç�te ne bileyim Amerika'da Rusya'da millet neler neler yapardı, Rio festivali gibi ağzımız açık seyrederdik. Daha ne diyeyim...?

2 Mayıs 2009 Cumartesi

Mazıköy: Gökova Körfezi'nde sakin güzellik

Ayşe DÖNMEZ - Derin mavi berrak denizi, tatlı esintisi, türlü-çeşitli lezzetli balıkları, zeytinyağında pişmiş sebze yemekleri, içten insanları, makiliklerle-meşelerle-çamlarla kaplı tepeleri, zeytin-narenciye-nar-meyva ağaçlarıyla dolu bahçeleriyle sakin ve huzur verici bir yer Mazıköy

Bodrum yarımadasının Gökova Körfezinde yer alan Mazıköy’de Yoga Tatili yapmak değişik bir deneyim oldu. Yoga Hocamız Atila Bey, bizi Mazıköy’ün ilklerinden olan Taş Pansiyonu’nu ayarladı. Otobüsten indiğimizde Güvercinlikte pansiyonun aracı bizi bekliyordu. Mazıya giderken; kararmış tepeler ve yanmış çam ağaçlarının hayaletimsi gövdelerini görünce içimize bir hüzün çöktüyse de, Mazıköy’ün İnceyalı sahiline ulaştığımızda gördüğümüz güzellik karşısında içimiz neşeyle doluverdi.

Denizin hemen kıyısında kurulmuş tesise, bahçesindeki nar-zeytin-muz-palmiye-narenciye-karabiber ağaçları ayrı, pembeleri giymiş zakkumlar ve begonviller ayrı bir güzellik katmıştı. Tatil boyunca sabah kahvaltısından ve akşam yemeğinden önce Atila Bey tarafından yoga seansları düzenlendi. Tesisin arka kısmında bir yoga platformu bile vardı. Başımızın üstünde hışırdayan ağaç yaprakları ve kuş sesleri arasında yapılan vücudu esnetici ve ruhu dinlendirici yoga sporundan sonra kahvaltıya başlıyorduk. Hepsi de yörenin ürünlerinden oluşan (köy ekmekleri-domates-salatalık- peynir-zeytin-bal-reçel-yumurta-süt) kahvaltıyı silip süpürdük.

Öğle ve akşam yemekleri bahçede yetişmiş sebzelerle yapılıyordu. Zeytinyağında pişirilen taze fasulye, bamya, kabak, patlıcan, türlü gibi yemekler ağzımızda güzel bir tad bırakıyor, bu doğal beslenme bedenimizi adeta arındırıyordu. Akşam yemeklerinde ise balık ziyafeti çekiyorduk. Denizden çıkarılıp gözümüzün önünde temizlenen kılıç balığını, Mehmet Taş şişe geçirilmek üzere küçük parçalara bölüp hazırlıyor, aralarına, dometes-biber-defne yaprağı dizilmiş kılıç şişler oğlu Yasin tarafından odun ateşinde pişirip servis ediliyordu.

Tatil süresince, şezlonglara yayılıp güneşlendik, kitap okuduk bol bol, lacivert denizde yüzdük. Sahilde ve sahilin sonundaki ilginç kayalıkları geçerek, çam ağaçları ve makilerle bezeli tepede yürüyüş yaptık. Hele de sabahları tesisten görülen manzara etkileyiciydi. Uçsuz-bucaksız denizde, sabahın erken saatinde balığa çıkan tekneler, uzaklarda görünen yatlar, denizin süsü zarif yelkenliler geziniyordu.

Bu sakin-dingin güzel koy, geceleri de ayrı güzellikteydi. Denize doğru uzayıp giden iskelede oturup, kıyıda sıralanmış pansiyonların ışıklarının denize renkli ışıltılar saçarak yansımasına bakmak veya yere uzanarak gökyüzünde yanıp sönen yıldızları seyretmek eğlencemiz oldu. Bir akşamüstü de Mazıköy’ün başka bir koyu olan, Çakıllı Yalıya yürüyerek gittik hep beraber. Uzandık çakılların üstüne ve denizin hışırtısına vererek kulağımızı gökyüzündeki yıldızları seyre daldık.

Halikarnas Balıkçısı : “Bodrum’la kıyılarını gör ve yaşa!..”

Bodrum’dan ve çevresinden bahsedip de, Halikarnas Balıkçısı’nı anmamak olmaz tabi. Bodrum’u ve yarımadayı çevreleyen kıyıları-koyları ne kadar etkileyici anlatıyor kitaplarında. Mazıköy’ün yer aldığı kıyıları şöyle tanımlıyor;

“Bodrum doğusunda Gökova körfezi 45 deniz mili içerlere doğru uzanır. Orası Nis’ine, Montekarlo’suna, Dalmaçya kıyılarına taş çıkartır. Her ufak koyu Mersin ve başka kokulu ağaçlarla çevrili erimiş bir zümrüt parçasıdır. Denizlerinde uçan balıklar uçar.

Dağlarında her biri 18 bin portakal veren portakal ağaçları yükselir. Dünyanın hiçbir yerinde rastlanmayan buhur ormanları buradadır.

100 metreden denize tepe takla inen uçurumları mı isterseniz, irili ufaklı ada kümeleri mi istersiniz, altın renkli plajlar mı istersiniz? Ne istersiniz vardır burada. "İtalya'yı gör de öl” derler. Yok a canım; Bodrum’la kıyılarını gör ve yaşa...”

Doğal beslenmeyle bedeninizi, sessizlikle ruhunuzu arındırın!..

Bodrum’a 52 kilometre uzaklıktaki bu güzel beldeye nasıl gidilecek? Bodrum'dan Milas yönüne giderken, Güvercinlik'i geçer geçmez Mumcular yoluna girilerek devam ediliyor. Mumcular geçildikten sonra Yukarı Mazı ve Aşağı Mazıya ulaşılıyor. Aşağı Mazı’dan ikiye ayrılan yoldan birisi sizi İnce Yalı ve Çakıllı Yalı’ya, diğeri Hurma Sahili, Ilgın ve Sedef koylarına götürüyor. Hurma Sahili, İnce Yalı ve Çakıllı Yalı’da pansiyonlar ve lokantalar sizi bekliyor. Bizim kaldığımız İnceyalı’da Taş Tesisleri’nin yanı sıra, Kale Restaurant-Pansiyon, İnce Yalı Tesisleri, Zeytin ,Tesisleri de hizmet veriyor. Mazıköy’de çadır kurabilirsiniz veya karavanınızla gelip konaklayabilirsiniz. Mazıköy sit alanı kapsamında yer aldığı için doğası bozulmamış, asırlık zeytin ağaçlarıyla, bol oksijenli temiz havasıyla tatilcilere huzuru vaadediyor.

Burası, iş ve şehir hayatının getirdiği stresi üzerinizden atmak, popüler turistik yörelerdeki kalabalık-gürültülü ortamlardan ve yüksek volümlü müzikli-patırtılı gece yaşamından uzaklaşmak isteyenlere birebir. Mazıköy’de doğal sebze ve meyveler, denizden yeni çıkmış ıskaroz, sokkan, akya, mercan, lagos, barbunya, çipura, levrek, kılıç ve ahtapot gibi deniz ürünleri yiyerek detoks yapmış olacaksınız, lacivert denizinde ve sessiz ortamında ise ruhunuz arınacak.

İster sabahın erken saatlerinde balıkçı teknelerine takılarak, ağla balık avının keyfini çıkarın, ister bir tekne kiralayarak yakın koylara (Akarca, Ilgın, Sedef, Şeytan Deresi, Kisebükü, Çamlık) gidin, ister sıcakkanlı köy sakinleriyle ya da Mazıköy’e turizmi ilk getirenlerden Muhtar Mehmet Taş’la sohbet edin, anılarını ve şiirlerini dinleyin, isterseniz yürüyüş yapın kıyılarında-tepelerinde.

Temmuz 2007

Fotoğraflar: Ayşe Dönmez

İzmir Tire

Duyduğumuz ya da okuduğumuz bir sözcük, bize ilk anda bildiğimiz anlamıyla ilgili çağrışımlar ve tasarımlar sunar. Tire sözcüğünü de ilk anda satır sonlarında heceleri ayırmak için kullandığımız işaret olarak algılarız. Ancak Tire’nin Küçük Menderes ovasının kıyısında 5000 yıllık bir tarihi olan yerleşim yerinin adı olduğunu biliyorsak durum değişir; eğer Tire’yi gezip gördüyseniz, “Tire”nin satır sonlarında hece ayırma anlamı aklınıza bile gelmez.

Tire benim için gerçek bir “açık hava eğitim laboratuvarı”dır.

Hangi düzeyde olursa olsun bir hafta sonunda Tire’de öğrencilerin o yıl derslerinde gördükleri birçok konuyu gözleyerek, yaparak, yaşayarak öğrenmeleri olanaklıdır. Çünkü Tire’de tarih, coğrafya , kültür iç içe girmiştir.

Tire, ulaşım bakımından da her türlü olanağa sahiptir. İzmir’den en çok 45 dakika sonra Tire’de olursunuz. Kahvaltınızı Tireliler gibi kuyu kebabıyla yapabileceğiniz gibi Selçuk yolu üzerindeki Değirmen Şelale’de su şıkırtıları arasında da yapabilirsiniz.

Eğer siz de bizim gibi bir eğitim ya da doğal güzelliklerin keşfini de içeren bir gezi düşünüyorsanız size Balım Sultan türbesinden başlamayı öneririm. Türbe, Bektaşiliğin kurucularından Balım Sultanoğlu Lütfullah Çelebi’ye aittir. 1510 yılında yapılan türbe bugün de Alevi - Bektaşi kültürünün önemli ziyaretgâhlarındandır. Burada öğrencilerinize Anadolu insanının inançlarından ve bu farklılıkların uyumundan söz edebilirsiniz.

Balım Sultan’dan Kaplan’a tırmanmak doğayla bütünleşmek için oldukça idealdir. Önce pırıl pırıl sularını Küçük Menderes’e taşıyan dereyi geçersiniz. Yamaçlardaki zeytinliklerin çevresi özellikle baharda türlü çeşit otuyla, kır çiçekleriyle sizi epeyce oyalayacaktır. Bir irimden solunuza Tire Ovası’nı alarak yürürken başınızı kaldırıp çevrenize bakın. Aydın Dağlarından süzülerek inen kartallar, şahinler, atmacalar göreceksiniz. Sakın şaşırmayın. Çünkü burada doğa kuşlar için de oldukça cömerttir.

Karşınıza asırlık çınar ve ceviz ağaçları çıkınca tadına doyamadığınız bir yamaç yürüyüşünüzün bittiğini anlarsınız. Bu ağaçlar küçük bir kanyonun başlangıcıdır. Kanyona girmeden o ağaçların altında biraz soluklanın. Sonra tek kol kanyonda yürüyün. Bu adrenalini biraz yükselten yürüyüş ne zaman bitecek demeye başladığınız an daracık bir yoldan düzlüğe çıkarsınız; burası Kaplan’dır.

Eğer önceden randevu alabildiyseniz Kaplan’da sizi gerçek bir ot uzmanı olan Lütfü Çakır karşılayacaktır. Topladığınız ot örneklerini bir masanın üstüne bırakın. Size topladığınız otların adlarını söyleyecek, varsa öykülerini anlatacak, hazırladığı yemekleriyle de tatlarını sunacaktır.

Kaplan’dan inerken beş on dakikalığına da olsa yeni restore edilmiş Yoğurtluoğlu Külliye’sinde durunuz. 15. Yüzyılda yapılan külliye özellikle rasathanesi ile size kültürünüzün önemli bir yanını anlatacaktır. Sakın Tire müzesini görmeden geçmeyiniz. Özellikle Etnografya salonunu gezerken yörenin birçok değerini görüp ne kadar zengin bir kültürden beslendiğinizi fark edeceksiniz.

Günlerden salı ise Tire’de pazar kurulmuştur. Bu pazar birçoklarına göre Türkiye’nin en büyük pazarıdır. Çevre il ve ilçelerden binlerce insanın Tire pazarına geldiğini duyduğunuzda şaşırmayın; çünkü pazarın ucuzluğu ve çeşitliliği sizi de etkileyecektir.

Tire’de geleneksel el sanatlarımızdan keçecilik, yorgancılık, nalıncılık, semercilik, dokumacılık yaşatılmaktadır. Yorgancılar, size iğnenin kumaşı nasıl çiçeklendirdiğini gösterirken, keçeciler çobanların zemheride, deli yağmurlarda üşümeden ve ıslanmadan sürülerini otlatmasını sağlayan keçenin yapılışını anlatırken köklerinizden kopmuşluk duygusundan kurtulacak, bu yörede 16. yüzyıldan bu yana üretilen Beledi dokumalarından siz de almak isteyeceksiniz.

Okumaya meraklı, hele yazma eserleri seven biriyseniz, yazma eserler bakımından ülkemizin en zengin kütüphanelerinden Necippaşa Kütüphanesi var yolunuzun üstünde. Bu kütüphane 1826’dan bu yana 1147 adet el yazması,1136 adet Osmanlı döneminde basma kitap ve on bir bini aşkın kitabıyla araştırmacıların ve okurlara hizmet veriyor.

Gün akşam olmuştur. Oysa daha gezmeniz gereken İbn-i Melek ve Tire Emiri Süleyman Şah’ın da türbeleri, Theos Mozolesi, Kaya mezarları, Tire evleri, camiler, bedestenler, hanlar, hamamlar var. Onları görmeden giderseniz Tire, güzelliklerini, değerlerini yeterince paylaşamamanın hüznünü yaşayacaktır. Siz en iyisi ya bir gün daha kalınız ya da bir kez daha geliniz.

Tire'ye her gelişimde eğitimci kimliğim ayaklanır: "Keşke, yöneticilerimiz Tire’yi “doğal eğitim laboratuarı” olarak seçse, çocuklarımız üzerinde yaşadıkları bu yurdun, bu halkın zenginlik örneklerini yerinde gözleyerek öğrense." derim.

Kapadokya

önceki yazımda renkli bir rüya olduğundan bahsetmiştim aslında kapadokyayı okumayı bilenler yazıların, yorumların, kelimelerin ,cümlelerin kapadokyayı anlatmakta yetersiz kalıcağını bilir hiç bir kalıba dökemezsiniz yazınızı sözünüzü vurgulanacak o kadar şey vardır ki güzel atlar ülkesinde nereye baksanız tarih nereye baksanız doğal şaheserler venereye baksanız ütopik bir hava yazıyı okuyanlar abarttığımı düşünebilirler ama baştada dediğim gibi kapadokyayı okuyabilmek önemli bu noktada burada yer altı şehirlerini ,kiliselerini,tarihi yapılarını vb...tek tek ele alınacak olursa bütün hepsini yazmak çok zor olurdu bence siz alın sırt çantanızı aniden karar verin çünkü türkiye çok büyük bir ülke diğil en uzak noktasından yola çıksanız 12 -13 saat çeker yani uzuın uzadıyı oturup program yapıcağınız bir rota diğil hiç kendinizi yormadan bir kaç spor kıyafet sağlam bide spor ayakkabınız ve biraz paranız olsun yeter ha bide ipodunuza new age türü yada klasik gitar bilemediniz buna yakın bir müzik albümü yüklemeyi unutmayın tek bir noktadan başlayın kapadokyaya karış karış her yerini gezin dağlarına çıkın korkmayın çok yüksek değillerdir vadilerine inin fotaraf makinenizi unutmayın çünkü çok üzülürsünüz tarihe akın doğayla bütünleşin yıldızlı parlak gecelere bir bakın yerel lezetler mükemmeldir kapalı desti bir güveç yiyin hayatta tadını unatamazsınız gezerek kalın

ANTALYA

Eski çağlarda Attaleia olarak bilinen şehir Türkçe çoğu eser de dahil olmak üzere doğulu kaynaklarda Adalya olarak, batı kaynaklarda ise Adalia ve bazen de Satalia olarak ve günümüzde ise Antalya olarak geçer.

Elimizde şehrin tarihiyle ilgili süreklilik gösteren bir kayıt yoktur. M.Ö. 133’de Pergamum Kralı’nın topraklarını Roma’ya devretmesinden sonra Attaleia bir süreliğine bağımsız kaldıysa da daha sonra Cilicia devletine bağlandı. M.S. 46’da St. Paul’ün Perge üzerinden Attaleia’yı ziyareti şehrin tarihinde önemli bir olaydır. Şehrin ticaret merkezi olarak refah seviyesinin en yüksek noktaya ulaştığı dönemin M.S. ikinci yüzyıl olduğu bilinir ve M.S. 130’da İmparator Hadrian’ın ziyareti anısına yapılan yeni anıtlarla daha da değer kazanmıştır.

Keşfedildiği günden beri donanmaya ait bir üs olmasının yanı sıra orta Anadolu’daki yüksek platolara giden yolların başlangıç noktasında bulunan Attaleia, Bizans devrinde de yoğun bir ticari liman olmaya devam etmiştir. M.S. altıncı yüzyıldan sonra Attaleia metropol olarak bu sıfatı yitiren Perge’nin yerini almıştır; bu, şehrin dini merkez olarak önem taşıdığı için daha üstün gelmiş olabileceğini gösterir. Bununla birlikte yedinci yüzyılın ortalarından itibaren Arap deniz egemenliğinin yayılması, Akdeniz’de Bizanslılara ağır bir darbe vurmuştur ve Attaleia’nın arada sırada ellerinden çıkmasına yol açmıştır.
M.Ö. 188’de Syria Kralı III Antiochos, Pergamum ittifakı tarafından Magnesia’da bozguna uğratılmasından sonra Apamea Barışı’nı imzaladıysa da sınırlar konusundaki anlaşmazlık sona ermedi. Pergamum ve onun güçlü filosu için Pamphylia sadece çok önemli değil, aynı zamanda Side’yi ele geçirmeye çalışırken uğradığı başarısızlıktan sonra donanmasının sığınması için acil bir ihtiyaçtı. Bu sebepten (M.Ö. 159 – 138 yılları arasında hüküm süren) Pergamum Kralı II. Attalos donanmaya ait bir üs kurma amacıyla kendi adını verdiği Attaleia’yı kurdu. Şehrin eski bir yerleşimin uzantısı olması ya da önceden var olan bir yerleşimin üzerine yapılanmış olması muhtemeldir. Antalya’nın 5 kilometre batısında bugünkü Gurma Köyü topraklarında kurulan antik Olbia şehri, madeni parasına göre tarihi beşinci yüzyıla kadar uzanan antik bir merkezdi. Attaleia’nın kurulmasıyla, Olbia önemini kaybetti, varoş seviyesine indi. Olbia sakinlerinin Attaleia’nın halkını oluşturduğu varsayılır.



Antalya, 12O7’de Selçuk Sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından Türk topraklarına katıldıktan sonra bölge başka bir büyük gelişme dönemine tanıklık etmiştir ve bugün hala bir kısmı görülebilen Selçuk mimarisi eserleriyle bezenmiştir.

Antalya’da hala duran kalıntıların başında şehrin surları gelir. Bu at nalı şeklindeki surlar, limanı ve etrafındaki antik şehri çevreler. Bu surlar, M.S. ikinci yüzyılda inşa edilmiştir. Surlardaki Helenistik temellerden Selçukluların, surların büyük bir bölümünü yenileyerek ve kendi askeri strateji kavramlarına uygun biçimde kuleler ekleyerek dikkate değer önemli değişiklikler yaptığını biliyoruz. Ünlü Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi, 1671’de Antalya’yı ziyaret ettiğinde surlar boyunca 80 kule bulunduğunu, surların çevresinin 4400 adım olduğunu ve dar sokaklı yaklaşık 3,000 evi çevrelediğini yazmıştır. Fakat ne yazık ki günümüzdeki hızlı kentleşme sonucu surların ve kulelerin büyük bir kısmı yıkılmıştır.

Günümüzde hala sur giriş kapılarının sadece bir tanesi durmaktadır. Hadrian’ın Antalya’yı ziyareti anısına dikilen bu şeref kapısı, iki sütunlu cephesi ve dört pilon (kapı kulesi) üzerinde yükselen üç kemeriyle tipik Roma zafer takı görünümündedir. Zafer takı Roma mimarları tarafından geliştirilen ve imparatorlar şerefine inşa edilen yeni bir yapı formu idi. İmparator ve ailesinin heykelleri kemerlerin üzerine yerleştirilirdi ve askerlerin bu takın altından geçerken savaşlarda döktükleri kanlardan arındıklarına inanılırdı. Zafer takının her iki cephesinde de, arşitrav kemerlerin ve sütunların üzerinden kesilmeden uzanır; frizlerde ve figürlerde zengin rölyefler oyulmuştur. Üç geçit, bitki ve çiçek rölyefleriyle süslenmiş tonozlarla kapatılmıştır. 1959’da yürütülen başarılı bir restorasyon çalışmasından sonra bu olağanüstü eserin iki seviyeden oluştuğunu gösteren belli mimari öğeler aydınlığa kavuşmuştur. Giriş kapısının her iki yanında da iki farklı yapıda kule bulunmuştur. Kemerin sol arkasındaki kule Roma dönemine aitken sağdaki kule yazıtlarda belirtildiğine göre Selçuk dönemlerine uzanır.

Şehrin parkında kara ve deniz surlarının buluştuğu yerdeki duvarların güney köşesinde denize bakan bir noktada Hıdırlık Kulesi olarak bilinen ilginç bir anıt durur. 14 metre yüksekliğe ulaşan kule, üzerinde silindir bir gövde yükselen kare planlı yüksek bir kaledir. Doğu tarafındaki dikdörtgen kapı küçük bir odaya açılır. Odanın kenarındaki dar merdivenler üst kata çıkar. Mevcut kanıtlardan kulenin tepeli bir çatı ile örtüldüğü görülür. Kulenin yapılma nedeni hala tartışma konusudur. Planı Roma dönemi mozolelerini anımsatsa da kule, daha çok deniz feneri ya da liman gözlem kulesi olarak kullanılmış olabilir. Kulenin mimari özellikleri ve taş işçiliği M.S. ikinci yüzyıla tarihlendirilebilir fakat üst seviyede yüzeyde yapılan Bizans dönemine ait belirgin onarım izleri hemen göze çarpar.

Kesik Minare olarak bilinen başka bir eser de özellikle ilginçtir çünkü minarenin yapılışı Roma döneminden Osmanlı dönemine kadar uzanır. Serapis için yapılan tholos (daire) biçiminde inşa edilmiş M.S. ikinci yüzyıla ait tapınağın temelleri üzerine, tapınağın mimari öğeleri kullanılarak altıncı yüzyılda büyük bir kilise inşa edilmiştir. Yedinci yüzyılda Arap akınlarında yıkılan bu kilise dokuzuncu yüzyılda desteklerle ve belli bazı eklemelerle onarılmıştır. Yapı, Selçuklular döneminde camiye dönüştürülmüş ancak 1361’de Antalya Cyprus Kralı I. Peter’in eline geçince yeniden bazilikaya çevrilmiştir. Son olarak I. Beyazıd’ın hükümdarlığı sırasında Şehzade Korkut güneybatı köşesine bir minare ekledi ve yapıyı kendi adıyla anılan camiye dönüştürdü. Daha geç dönemlere kadar ibadete açık olan cami, büyük bir yangın sonucu ağır hasara uğramış ve sonunda terk edilmiştir.

On birinci yüzyılın ikinci yarısından itibaren Anadolu’ya yerleşmeye başlayan Türkler, kısa bir süre içinde kendi İslami inançlarına ve toplum yapılarına uygun olarak yeni bir mimari tarz yarattılar. Bu oluşum süreci içinde, tarzları Anadolu’nun çeşitli bölgelerindeki eski mimari özelliklerden yoğun biçimde etkilenmiştir. Türk Anadolu mimarisi, çok sayıda işlevi olan yapılar, en başta camiler ve medreseler ve bunların ardından türbeler, hamamlar ve kervansaraylar üretmiştir. Bu yapılar bazen ayrı ayrı, bazen de külliye olarak bilinen bir kompleks oluşturacak şekilde bir arada inşa edilir.

Türk Anadolu mimarisinde en parlak dönemlerden biri olarak kabul edilen on üçüncü yüzyıl, Antalya’da önemli eserlerin inşa edildiği bir dönemdi. Antalya’nın sembolü haline gelen Yivli Minare ve onun çevresindeki yapı kompleksi Türk – İslam uygarlığı açık hava müzesi görünümüne sahiptir. Antalya’daki en eski Selçuk eseri olan bu minare, 1219 – 1238 yılları arasında hüküm süren Sultan I. Alaeddin Keykubad tarafından hizmete sokulmuştur. Toplam 38 metre yüksekliğinde, kare bir temel üzerinde yükselen minarenin yivli gövdesi lacivert ve turkuaz çinilerle süslenmiştir. Kuzey tarafta 90 basamaklı bir merdivenden minarenin şerefesine çıkılır. Caminin müezzini Müslümanları duaya çağırmak için her gün beş kez bu basamakları tırmanır.

Yivli Minare’nin bitişiğindeki cami, adını yine bu minareden alır ve yapıdaki bir yazıtta belirtildiğine göre 1373’te Mubarizettin Mehmet Bey tarafından inşa ettirilmiştir. Altı kubbeli olan bu yapı Anadolu’daki çok kubbeli cami türünün ilk örneklerinden biridir.

Yivli Minare kompleksinin içinde yer alan harika bir anıt da, Zincirkıran Mehmet Bey için 1373’te yaptırılan türbedir. Baştan başa köşeli kesilmiş taş duvarla örülmüş türbe, içten yuvarlak, kubbe formunda ve dıştan sivri uçlu sekizgen çatı ile örtülmüştür. Türbede üç lahit bulunmaktadır.

Farklı özellikteki bir başka türbede, Sultan II. Beyazıd’ın eşi Nigar Hatun yatmaktadır. Türbe 1502 yılına aittir.

Akdeniz'in romantik sahilleri aşka davet ediyor..

Mis kokan çam ormanları, pırıl pırıl deniz, büyüleyici adalar, hiçbir yerde göremeyeceğiniz gün batımları- Akdeniz'de karşılaşacağınız ambiyans tek kelimeyle romantiktir ve çiftleri aşka davet eder! Bu muhteşem doğayı yüzlerce yıl önce dünyanın en ünlü aşıklarından Kleopatra ve Markus Antonius da keşfetmişti. Aktarılanlara bakılırsa, iki sevgili Türkiye'nin güney batısındaki Alanya sahillerinde el ele dolaşmışlar! İşte bu yüzden oraya bugün Kleopatra Plajı deniyor. Akdeniz'e kıyısı olan başka ülkeler de oraya gidenlere unutulmaz günler yaşatıyor... Karadağ'daki Sveti Stefan ya da Santorini Adasının upuzun kumsalları... Akdeniz'de her yerin, her köşenin bir cennet olduğuna dikkat çeken Forbes dergisi, son sayısında “Akdeniz'in Romantik Sahilleri” başlığı altında bu yeryüzü cennetlerini anlatıyor...

Sinagapurda çıplak dolşmanın sonu

Singapur barlar sokağında çırılçıplak dolaşan biri kız iki üniversite öğrencisi 1000 Euro para cezasına çarptırıldı. Singapur'da yayınlanan 'Strait Times' gazetesinin haberine göre, öğrenci değişimiyle İsveç'ten gelen 21 yaşındaki erkek öğrenci ile 24 yaşındaki Singapurlu kız öğrenci, özgür ruhlarının karşılığı olarak 2000 Singapur Doları (ortalama 1000 Euro) ceza ödemek zorunda bırakıldı. İki kafadar, geçtiğimiz Ocak ayında alkollü ve son derece neşeli olarak Singapur'un eğlence merkezi olarak bilinen Holland Village'da çırılçıplak dolaşmıştı. Ancak ikili duruşmaya giyinik olarak geldi!